Bu gün adı Türkiye Denizcilik İşletmeleri 1843 yılında Sultan Abdülmecit zamanında Fevaid_i Osmaniye adı altında kuruldu. Sultan Abdülaziz zamanında İdare-i Aziziye adını aldı. 1876 yılında Sultan II. Ab.dülhamlt tahta çıkması ile adı İdare-i Mahsusa olarak değiştirildi. İdare-i Aziziye döneminde 126 gemisi olan kuruluş bakımsızlık nedeniyle gemilerin hurdaya çıkması neticesinde 1908 yılında elinde dış hatlarda sefer yapabilecek 15 gemisi kalmıştı. Bu dönemde şirketi özelleştirme girişiminde bulunulmuş siyası belirsizlik nedeniyle bu düşünce gerçekleşmemiştir. 1908 yılında II. Meşrutiyetin ilanı ile Sultan II Abdülhamit’in tahtan indirilmiş, yerine geçen Mehmet Reşat döneminde sermayesi yine devletten olmak koşuluyla, Maliye, Harbiye, Ticaret ve Nafıa nezaretlerinden seçilen üyelerden kurulu ve uzman bir genel müdürün yönetiminde bağımsız bir kurul tarafından yönetilmek üzere. “Osmanlı Seyrisefain idaresi” kurulmuştur.
Yeni kurulan bu kuruluş ilk önce elde mevcut gemilerin bakım ve onarımlarını yapmış ve yeni gemi alımları içinde harekete geçmiştir. Bu amaçla 1910 yılı bütçesinden Harbiye Nezareti’ne ayrılan paradan Osmanlı Seyr-i Sefain İdaresi’ne, aktarılan para ile de yeni gemliler satın alınması amacıyla , Şirket yöneticilerinden Nihat, Hamdi ve Abdurrahman Beyler ‘den oluşan bir satın alma komisyonu Avrupa’ya gemi almak için görevlendirilmiştir. Görevlendirilen bu komisyon zamanın en modern ve sağlam gemilerini olan Akdeniz, Karadeniz, Gülcemal, Bahr-i Ahmer, Nilüfer, Pilevne, Derne ve Kızılırmak adı verilen sekiz adet gemiyi ucuz bir bedel karşılığında satın alınmıştır. Alınan bu gemilerden üçü
AKDENİZ: 1890’da, İskoçya, Glasgow’da Fairfield Shipb. & Eng. Tezgâhlarında yolcu gemisi olarak yapıldı. 5.062 gros, 3.195 net tonluktu. Uzunluğu: 126,4 metre, genişliği: 16,6 metre, su kesimi: 9,1 metre idi. Fairfield Sb. Yapımı 2.550 beygir gücünde 3 silindirli tripil buhar makinesi vardı. Saatte 13 mil hız yapıyordu. 49 birinci, 38 ikinci mevki kamarası vardı. Önce Oldenburg adıyla Bremen-La Plata, Bremen-Baltimore, Bremen-New York, Bremen-Şanghay arasında çalıştıktan sonra 1911’de Osmanlı Seyr-i Sefain İdaresi tarafından 21.233.53 altın lira karşılığında satın alınarak adı Akdeniz olarak değiştirildi. Akdeniz Seyr-i Sefain İdaresinin en rahat en hızlı ve en büyük gemilerindendi. Önce posta seferlerinde kullanıldı. 1912’de askeriyenin emrine alınarak hastane gemisi olarak çalıştırıldıysa da ertesi yıl İdare’ye iade edildi.
18 Şubat 1913 tarihinde Enver Paşa’nın emri ile Bulgar Ordusuna karşı Şarköy’e yapılan çıkarmada nakliye gemisi olarak yer aldı. Çıkarma başarısız olunca sahile çıkan askeri tekrar alarak bölgeden ayrıldı.
1 Kasım 1913’te Karadeniz Midye kıyısına Bulgar istilasına karşı asker sevk eden kuvvette yer aldı. 20 Kasım 19l4’te Kafkas cephesi için Trabzon’a asker sevkiyatında kullanıldı.
5 Aralık 1914’te yine Kafkas Cephesi için bu defa Rize’ye asker sevkiyatında bulundu. 21 Aralık 1914 tekrar Trabzon’a asker sevkiyatında çalıştı.
1918’de Türkiye’deki Alman askerlerini memleketlerine götürdü.
1929’da Aziz (Derya) Kaptan’ın kumandasında iken Zonguldak’ta şiddetli dalgaların etkisiyle rıhtıma bindirerek karaya oturduktan sonra 1930’da hizmet dışı bırakıldı, ertesi yıl. İtalyanlara satıldı. 1931 yılında Savona’da söküldü.
KARADENİZ: 1890’da, İskoçya, Glasgow’da, Fairfield Shipb. & Eng. Tezgâhlarında yolcu gemisi olarak yapıldı. 5.062 gros, 3.136 net tonluktu. Uzunluğu: 126,4 metre, genişliği: 16,6 metre, su kesimi: 9,1 metre idi. Fairfield Sb. Yapımı 2.550 beygir gücünde 3 silindirli tripil buhar makinesi vardı. Saatte 13 mil hız yapıyordu. 49 birinci, 38 de ikinci mevki kamarası vardı. Önce Norddeutscher Uoyd (Hamburg) kumpanyasının gemisi olarak Darmstadt adıyla Bremen-La Plata, Bremen-Şanghay, Bremen-New York, Bremen-Sydney arasında çalıştıktan sonra 191O’da Osmanlı Seyr-i Sefain İdaresi’ne 16.364.95 altın lira karşılığında satıldı. 1911’de Karadeniz adıyla filoda yerini aldı. 1912’de Donanma’nın emrine alındı, 1914 “inci Cihan Savaşı’nın çıkması ile gemi Bahriye Nezaretine eniz Bakanlığına) verildi. Çanakkale’ye asker ve malzeme taşırken Afgan asıllı Abdülaziz isimli bir kıta çavuşu levazımatı Umumiye reisi İsmail Hakkı Paşa’ya diğer Afganlı arkadaşları ile beraber kendilerinin Afganistan’a gönderildikleri taktirde, Afganistan’da İngilizlere karşı Provokasyon yöntemi ile ayaklanma çıkarabileceklerine ve bu suretle Afganistan’ı Osmanlı İmparatorluğu’na katabileceklerine inandırdı. 1914 yılı sonlarına doğru Karadeniz Vapuru Tahir Kaptan’ın yönetiminde bu serüvenciler ile Bombay’a hareket etti ise de İngiliz Entelijan örgütü durumu haber aldığından gemiye 26.11.1914 tarihinde Bombay Limanı1 nda el konuldu26 Kasım 1914 günü, Hindistan, Bombay’da İngiliz hükümeti tarafından el kondu. 1923’te Bombay’da söküldü. (Akdeniz ile Karadeniz birbirinin eşi gemilerdi.)
GÜLCEMAL : Gülcemal yaşadığı yıllarda Türk deniz filosunun en önemli gemisi idi “Amerika görmüş” efsane bir gemiydi. Adına, özellikle Karadeniz’de maniler, şiirler yazılmış, şarkılar bestelenmiş, türküler yakılmıştı. Karadeniz seferleri sırasında, uğradığı her limanda diğer gemiler onu düdük çalarak karşılardı, halk bu selamlamayı duyunca, onu görmeye kıyılara koşardı. Çok geçmeden takalar, motorlar, kayıklar gelip etrafında adeta sevgi çemberi oluşturur, yolcu ve yükleri boşaltmaya başlarlardı. Aynı seremoni daha sonraki limanlarda da tekrarlanırdı.Bu arada tüm çabalara rağmen iyileşemeyen hastaların kayıkla Gülcemal’in etrafında yedi kez dolaştırılması halinde şifa bulacağına inanıldiğından hasta kayıkları limanlarda onun çevresinde tur atarlardı. Yaşamı sırasında Atatürk’ten İnönü’ya İnönü’den Karabekir Pasa’ya kadar birçok devlet buyüğüne gidecekleri yere sağ salim ulaştırmış, takdirnameler almış bir gemi idi
Yeni gemiler alınması amaçıyla Avrupa’ya giden heyet yirmi beş bin Osmanlı altınına aldığı ilk gemi idi ilk adı Germanic’ti.Gemi İngiltere’nin en büyük denizcilik sirketlerinden White Star tarafından Kuzey Irlanda’nın Belfast Kenti’ndeki Harland & Wolf adlı Tersanede , İngiltere ve Amerika arasında yolcu taşımak amacıyla yaptırılmış, 15 Temmuz 1874 günü denize indirilmişti. İki bacası, dört diregi ile güzel bir gemi olan Germanic’in boyu 142, genişliği ise 14 metreydi. 5.071 grostonluktu. Dönemin ölçülerine göre büyük sayılan bu gemi saatte 15 deniz mili hiz yapabilmekteydi. Birinci mevkide 220 yolcu ağırlayabilecek kapasitede olan gemide ikinci mevki yoktu, bunu yerine 1.500 göçmen taşıyabilecek kapasitede koğuşlar yapılmıştı. Geminin göçmen bölumü dışındaki yerleri adeta yüzen bir sarayı anımsatacak sekilde düzenlenmişti. Kamaralar, yemek ve dinlenme salonları cok büyük tutulmuştu. Bunun yanında oyun salonları ve lüks restoranları da büyük ilgi çekmekteydi. İlk seferini 30 Mayıs 1875 günü yapan Germanic, 1902 yılına kadar Ingiltere-Amerika arasında çalışti. 1902 yılında merkezi Liverpool’da olan Dominien Lines firmasına satıldı. Firma gemiyi Avrupa’dan Amerika’ya göçmen taşımacılığında kullanmak istiyordu. Bu nedenle gemide bazı değisiklikler yapılırken adı da degiştirildi “Ottawa” oldu. Germanic ve ikizi Britannic’te yolculuk yapan bazi kişilerin ifadelerine göre bu el değiştirmelerden önce gemilerin ambarlarında, birinci sınıf yolculara taze süt ikram etmek üzere inek besleniyordu Gemi, Atlantiğin ortasında seyrederken, seçkin yolcular taze süt içmenin tadını çıkarıyordu. Gülcemal’de ayrıca bir de sera bulunmaktaydı. Burada yetiştirilen çicekler, gemi salonlarına konuluyor, yemek masalarını süslüyordu. Seyr-i Sefain İdaresi’nin yaklaşık yirmi beş bin altın ödeyip satın aldığı Ottawa, istenilen bazı değişikliklerin yapılmasından sonra 1911 yılının soğuk bir şubat gunü İstanbul Limanı’na geldi. Dönemin PadişahıSultan Reşad’ın annesinin ismi olan Gülcemal adı verildi. Gülcemal. Önceleri Karadeniz 2 Postası’na verildi. Gemi İstanbul’dan kalkışla İnebolu, Samsun, Trabzon, Rize ve Hopa’ya ugradıktan sonra Rize, Sürmene, Trabzon, Giresun, Ordu, Ünye, Samsun, İnebolu, Zonguldak limanlarına uğrayarak Istanbul Limanına geliyordu. Kısa sürede Karadenizlinin monoton yaşamını renklendiren, hareketlendiren bir gemi olmuştu. Gülcemal, aileden biri gibiydi. Adı bazi benzetmelerle dile girmiş, hakkında maniler yazılmış, kız çocuklarına onun adı verilmişti. Bu yüzden gemi bazen diğer hatlara Marmara ve Ege hatlarına verildiği zaman Karadenizliler onun eksikliğini hissediyorlardı.
Gemi, daha sonra İzmir hattında çalışırken rahatlıği ve konforuyla büyük ilgi topladı. Basında onun hakkında övgü dolu yazılar yayınlandı. İstanbul’un en lüks otellerinden Tokatlıyan’la mukayese edildi, hatta bazı yönlerden ondan üstün olduğu vurgulandı. Haftalık Mecmua’nın 107. sayısında Gülcemal’le ilgili olarak yayınlanan yazı da buna örnektir:
Geçenlerde Gülcemal’le Izmir’e gidip geldik. Istanbul’dan İzmir’e kadar cidden mükemmel, her türlü istirahat esbabını cami güzel bir seyahat yaptık. Türkiyemizin en büyük ve en güzel iki limanı arasında Gülcemal gibi seri ve mükemmel bir vapurla seyahat ederken ne kadar zevk duyulabileceğini takidir edebilmek için mutlaka böyle bir seyahat yapmağa ihtiyaç vardır.
Filhakika bu küçük seferin devamı müddetince vapurda insanın rahatsız olmasının, canı sıkılmasının ihtimali yoktur. Her şey o kadar güzel düşülmüş, o kadar iyi tertip edilmiştir. Kamaranızdan tutunuz da birinci, ikinci sınıf yolculara mahsus ve Rize mamulatı hasır takımlarıyla bezenmiş güverteler kadar vapurun her köşesi büyük temizliğin, büyük bir itinanın asarı ile doludur. Yemekler mükemmel ve o nispette ucuzdur. İyi bir cazbant aksamları yemekten sonra yolcuların musiki ihtiyacına cevap veriyor, salonda büyücek bir hoparlör ise telsiz telefon konserlerini neşrediyor. Butün bunlara Gülcemal’in güzide süvarisi Cemal Kaptan’la ikinci süvarisi İhya Kaptan’ın müfrit nezaketlerini, vazifelerine gösterdikleri büyük itinayı da ilave ediniz. Gülcemal’le yapacagimz seyahatin verecegi zevk ve inşirahi bir dereceye kadar tahmin edebilirsiniz!
Yevmi gazetelerden birisi pek haklı olarak “İstanbul’un ve Izmir’in en güzel oteli muhakkak ki İstanbul’la İzmir arasında gelip giden Gülcemal’dir.” diyordu. Gündelik refiklerimizin bir sözünde büyük bir isabet vardır. Gülcemal’in kamaraları Tokatlayan’ın mükellef yatak odaları derecesinde olmasa bile bilhassa temizlik hususunda aynı derecede ve hatta ona faiktir. Hele kamarotların sizi Tokatayan’ın garsonlanndan fazla memnun edeceklerinden süphe yoktur. Yemekler de aynı suretle yolcuları hem nefaset hem de ucuzluk itibariyle memnun bırakmaktadır.
Gülcemal, Birinci Dünya Savaşı sırasında Canakkale’ye asker götürürken 27 Şubat 1915 günü İmralı önlerinde bir Ingiliz E-14 adlı denizaltı tarafından torpille yaralandı, İstanbul’a götürülerek bakıma alındı. İki yıl süren bir bakımdan sonra 1918 yılında Gülcemal I.Dünya Savaşını bitiren Mondros Ateşkes Antlasmasi’nın imzalanmasından sonra Mısır’daki kamplarda bulunan Alman askerini Wilhelmshaven ve Hamburg limanlarına taşıdı.
1920 yılının Aralık ayının sonlarına doğru gazetelerde yer alan bir haber herkes için ovünç kaynağı oldu: Gülcemal Amerika’daydı.
Dedeoğlu adındaki Rum İşletmesi tarafından kiralanan Gülcemal, Ottoman America kumpanyası adına Köstence-lstanbul-Napoli ve Marsilya üzerinden New York’a yaptiği seferi başarıyla sonuçlandırmış, “Amerika’ya giden ilk Türk ticaret gemi’si” sifatını kazanmıstı. Asker kökenli deneyimli denizci Liitfi Kaptan’ın yönetiminde seferi başarı ile tamamlayan Gülcemal’i karşılamak, görmek amaciyla çok sayıda Amerikalı rıhtıma birikmişti. Bir Türk gemisinin, Türk denizcilerinin Atlantik’i aşıp Amerika’ya gelmesi onlara imkansiz gibi geliyordu ama Türkler bir imkansızı gergekleştirmişlerdi.
Dönemin büyük gazetelerden Vakit 18 Aralık 1920 tarihli sayısının birinci sayfasında Gülcemal’in gelişini “Amerika’da ilk Türk bayraği” başliği altında söyle veriyordu: Gülcemal vapurumuzun Amerika’da uyandırdığıi tesir New York muhabir-i mahsusumuzdan: Birkac günlük intizardan sonra Gülcemal Amerika’ya geldi. Gülcemal’in buraya gelişi gerek Amerikan muhitinde, gerek Türk muhitinde çok tatlı bir tesir yapti. Senelerden beri vatana hasret, gurbette düşmanların tahammülsüz hakaretleri altında birbirine sığınan, birbirine derin ve samimi bir muhabbetle bağlanan küçük, fakat çok samimi, çok sicak Türk muhitinde o kadar büyük bir zevk ve vecd uyandirdi ki herkes ilk defa Bahr-i Muhit’in [Atlas Okyanusu kastedilmekte] üzerinde dalgalanan Osmanlı bayrağına mukaddes bir his ve hürmetle koştu. Onu sevgili vatanın bir müjdecisi, manevi bir gölgesi gibi selamladı. Sanki Gülcemal bize sevgili vatanın bir parçasını getirdi. Sanki çok aziz fakat uzak kardeşlerimizin maneviyetinden bize bir seyler taşıdı. Her Türk senelerce uzak yasamis bayrağının altında bir saniye olsun vatanında kendi milletine, kendi vakarına, kendi şerefine mazhar olduğunu gördü. Her gün hakaretlerle rencide, muztarip kalpler onun sayesi altında vatanlarına, vatan kardeşlerine karşı o kadar da rasin ve kuvvetli bir muhabbet duydular ki pek çokları bu manevi tesir altında ağladılar.
Gülcemal tepesinde sallanan bayrak bize şeref getirdi. Düşmanın ateş saçan ve her dakika başımıza kızgın bir demir gibi inen kini karşısında milletimizin kuvvetini milli imanını verdiği azim ve tahammülü daha canlı daha hakiki bir şekilde duyduk.
Gülcemal Amerikan muhitinde derin hayret uyandırdı. Herkes akın akın Gülcemal’i Türk kaptanlarını görmeye koştular. Hala bizi ayağında şalvar elinde çadırı göçebe ve vahşi olarak tanıyan Amerikalılar, bir Türk kaptanının Atlas Okyanusunu geçmesine, bir Türk kaptanının her kaptan gibi bir insan olduğuna kolay kolay inanmadılar.Sinemacılar, Fotoğrafcılar vapura koştu, bir iki gün kaptanlar yalnız objektifler karşısında durmaya mecbur oldular.
Amerikan halkının yoğun ilgisine mazhar olan Gülcemal, Istanbul’a dönüş hazırlıklarını sürdürürken tatsız bir sürprizle karşılaştı. Gemiye 200 bin dolarlık haciz konulmuştu ve bu borç ödenmeden New York Limanından ayrılamayacaktı! Olay, Dedeoglu firmasından kaynaklanıyordu. Firma, gemiyi kiraladıktan sonra 200 bin dolarlık harcama yaparak çesitli eksikliklerini gidermiş, ancak bu borçu ödememişti. Geminin sahibi Seyr-i Sefain İdaresi de, kiraci firmadan ne bir kefalet, ne de kefalet mektubu almıştı. Alacaklıların başvurusu üzerine New York Deniz Ticaret Mahkemesi’nde konu ele alınmış, mahkeme borçlu firmaya en kısa sürede borcunu ödemesini ihtar etmis., aksi halde geminin mezata çıkarılıp satılacağını duyurmuştu.
Birinci Dünya Savası sırasında Osmanlı Devleti’nin Amerika ile ilişkisi kesilmiş bulunuyordu. Amerika’da Osmanlı’nın haklarının koruma ve kollama görevini İspanya Büyükelçiligi üstlenmişti. Seyr-i Sefain İdaresi’nin mahkemeye yaptığı başvuru sonuçsuz kalınca İspanya Büyükelçiliği devreye girdi. Ancak elçiliğin ilk girişimleri, geminin Seyr-i Sefain İdaresi’ne ait olduğu, bu nedenle satılamayacağı yolundaki itirazı mahkeme tarafından reddedildi. Ispanya Büyükelçiliği’nin, Amerikan hükümeti nezdindeki çabaları da bir netice vermedi. Gülcemal mürettebatı beş parasız, pulsuz kalmıstı. Üstelik gemiden çıkmalarma izin verilmiyordu. Mahkemenin ne kadar süreceği belli değildi. Bu nedenle Seyr-i Sefain Idaresi, ayrılık ve yiyecek giderlerine tahsis edilmek üzere yedi bin lira sağlayarak New York’a gönderdi. Gülcemal, sert kışı ve ilkbaharı karaya vurmuş bir balina gibi rıhtıma bağlı olarak geçirdi. Bu süre içinde taraflar arasında görüşmeler sürüyordu. Uzun zaman alan çabalardan sonra, aylardır “Esir” gibi limanda tutulmakta olan Gülcemal hacizden kurtarıldı. Gemi yeniden İstanbul limanına demir attığı zaman takvimler11 Haziran 1921 gününü gösteriyordu. Yani Gülcemal’in bu seferi tarn 6 ay sürmüştü.
Lozan Barış Antlaşmasi’nın imzalanmasından sonra mübadele yani Türk ve Yunan topraklarında yaşayan Rum ve Türklerin değişim işi başladığı zaman mübadilleri taşımakla görevlendirilen gemiler arasında Gülcemal de vardı. Gülcemal, Istanbul-Selanik ve Izmir-Pire limanları arasında bir yıl boyunca çok sayıda sefer yaparak mübadilleri gidecekleri yerlere ulaştırdı.
Gülcemal, 1937 yılmda kadro dışı bırakılarak Haliç’e bağlandı. Yaşlanmıştı. Sık sık arıza yapıyor, büyük masraflar çıkarıyordu. Bu yüzden kaçınılmaz sonun ilk adımını attı. Kaptan İhya Görgün tarafından Haliç’e çekildi. Bir ara depo olarak kullanıldı. Bu sırada kamuoyunda kaderi tartışılıyordu. Özellikle yüzer otel yapilmasi üzerinde duruldu, ancak bunun da büyük bir maliyet gerektirdigi belirlenince bu fikirden vazgeçildi. 1950’nin Ocak ayında gazetelere verilen ilanlarla Gülcemal’in satışa çıkarıldığı duyuruldu. Gemiyi sokülmek üzere bir Italyan firmasi aldı.
Aynı yıl içinde bir gün Gülcemal, yıllardır hapis hayati sürdügü Haliç’ten römorkörler eşliğinde ayrıldı. Gülcemal son seferine çıkmıştı. Gülcemal ölüme gidiyordu. Limandaki gemiler düdük çalarak bu yaşlı, görmüş, geçirmiş, halkın gönllünde taht kurmus. arkadaşlarını uğurluyarlardı.. Söküldüğünde 75 yıllık hizmet ömrüyle o tarihte dünyanın en uzun süre çalışan ikinci gemisi olarak kayıtlara geçmiştir.
Gülcemal, ufkun otesinde bir yerlerde kayboldu… Artik efsanelerde,şiirlerde yasayacakti…
Tipki Bedri Rahmi Eyupoglu’nun misralannda oldugu gibi…
Istanbul deyince aklima Gulcemal gelir
Anadolu’da toprak damlı bir evde Gülcemal üstüne türküler söylenir
Süt akar cümle musluklanından
Direklerinden güller tomurcuklanır
Anadolu toprak damlı bir evde çocukluğum
Gülcemal’le gider İstanbul’a
Gülcemal’le gelir.
Gülcemal gemisinden günümüze kalan objelerden Tavan Bordürleri Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş Genel Müdürlüğü’nde ve Deniz Müzesinde Atatürk’ün oturduğu ve tavla masası Deniz Müzesinde Piyonosu ise AnkaraResim ve Heykel Müzesinde bulunmaktadır.